Bu söz, sadece ekonomik gücü değil; aynı zamanda siyaseti, toplumu ve bireylerin yaşamını şekillendiren görünmez bir iktidarı anlatır. Tarih boyunca finansal sistemleri elinde tutanlar, devletlerin kaderini belirlemiş; savaşların, devrimlerin ve hatta barış dönemlerinin yönünü değiştirmiştir. Para, sadece bir değişim aracı değil, aynı zamanda gücün en keskin silahıdır.
Bugün dünyaya yön veren kararların büyük bölümü artık meclis salonlarında değil, finans merkezlerinde alınıyor. Küresel şirketler, dijital para sistemleri ve uluslararası bankalar, ülkelerin ekonomik kaderini belirleyecek güce sahip. Sermaye akışının yönü, çoğu zaman bir ülkenin politik istikrarını, hatta halkın refahını dahi etkiliyor. Bu yüzden modern dünyada iktidarın gerçek sahibi, elinde parayı tutan değil; paranın nasıl, nerede ve kim için kullanılacağına karar verenlerdir.
Türkiye’nin ekonomik dengeleri son yıllarda sadece iç dinamiklerle değil, dış sermaye hareketleri ve küresel piyasaların tepkileriyle de şekilleniyor. Borsa İstanbul’daki dalgalanmalar, döviz kurundaki ani değişimler ya da kredi notu açıklamaları artık yalnızca ekonomik göstergeler değil; aynı zamanda siyasal mesajların sessiz bir dili haline geldi. Sermaye, bazen geri çekilerek, bazen de bir anda piyasayı hareketlendirerek devlete ve hükümete “doğrudan söylenmeyen” uyarılar verir.
Yabancı yatırımcıların yönü, uluslararası kredi kuruluşlarının değerlendirmeleri ve finans çevrelerinin açıklamaları, çoğu zaman ülke yönetimine bir tür sinyal niteliği taşır. Ekonomik araçlar, böylece politik baskı unsuru haline gelir. Bu durum, Türkiye gibi üretim gücü kadar dış finansmana da bağımlı ekonomilerde daha belirgin hissedilir. Bir ülkenin borsası, döviz kuru ya da tahvil piyasası yalnızca rakamların değil, küresel çıkarların da yansıma alanıdır.
Bugün Türkiye’de yaşanan her dalgalanma, aslında ekonominin teknik verilerinden çok daha fazlasını anlatır: Güvenin, istikrarın ve dış dünyayla kurulan ilişkilerin nabzını tutar. Bu yüzden “parayı yöneten ülkeyi de yönetir” sözü, yalnızca bir tespit değil, aynı zamanda çağımızın en gerçekçi uyarısıdır.
Bir partinin kurultayında ki şaibe iddiaları için alınan mahkeme kararları, Bir belediye başkanın karıştığı yolsuzluk soruşturmaları için atılan adımlara verilen cevaplar neden piyasaları alt üst eder? Bu sadece siyasi bir kriz şüphesi yada endişesinden çok, parayı yönetenlerin. ‘’Bak, aldığınız karar her ne kadar hukuki ve yerinde de olsa ben beğenmedim, biz beğenmedik, akıllı ol, piyasayı alla bullak ederiz’’ tehdidi değil midir? Yolsuzluk soruşturmaları ülke ekonomisine katkısı olacak bir adım değil midir? Bu tip soruşturmalar piyasayı olumlu şekilde etkilemesi gerekmez mi?
Her soruşturma da Türkiye borsası neden çöker? Bunu sadece ‘’soruşturmaların hukuki değil, siyasi’’ argümanına nasıl koyabiliriz?
Bu soruşturmaları yürütenler bunun için neden tedbir almaz? Belli ki para gücü ve sermaye belli çevrelerin elinde, her seferinde devlete ve kurumlarına ‘’para bende kral da benim, devlette benim’’ dedirtilmesine neden göz yumulur?
Hatırlayınız, benzer durumu döviz cephesinde çok sık yaşar, bir gece de dolar kurunun %20 artışlarına şahit olurduk, ve bu operasyonlar Londra gibi dış ülkelerden yapılırdı. İş işten geçtikten,ülkenin epey bir canı yandıktan sonra bu delik kapatıldı, artık dolar üzerinden operasyon yapılamıyor. Dolar kurunun 1.50 TL’den, 30 TL seviyesine kadar bu operasyonlara maruz kaldık.
Peki ya şimdi, Borsa’da bu tehdit ve parmak sallamalara neden seyirci kalınıyor?
Halka arzlar sayesinde Borsa İstanbul’da ki 11 milyon’a çıkan yatırımcı sayısının 5-6 milyon seviyesine gerilediği belirtiliyor. Bu ne demek biliyor musunuz? 5-6 milyon kişinin Borsa da battığı demek, bu rakamı 3 kişilik bir aile ile çarpın, ortada ki acı tablo daha da ağırlaşacak.
Evet beyler, vergi toplamak için var gücünüzle çalışın, kara delikleri kapatın, ama küçük yatırımcıyı sömüren bu düzene, bu kara deliklere de artık bir çözüm bulun. Bi zahmet.
Keyifli pazarlar dilerim.
Medya Muhtarı